Digiturk kullanmayın ve kullandırtmayın

Yaklaşık 1.5 seneden beri digiturk kullanıyorum ve bir derdim yoktu. Hatta internetteki digiturk’e saydıranlara da anlam veremiyordum, taaa ki geçen hafta yaşadığımız sorun sonrası teknik servisin arsızlığı ve yüzsüzlüğü üzerine.

Sitedeki digiturk bağlantılarında bir sorun olmuş ve yönetim yaptırmak istemiyor. Neyse bir komşumuz 4-5 kişi biz kendimizinkini yaptıralım dedi ve biz de katıldık. Sonrasında ne mi oldu? Daha önce çalışan sistemler daha da berbat oldu. Hatta üst komşumuzda sorun yok iken onun digiturk’u da bozuldu.

Önce Ankara’daki teknik servisi aradım. Oradaki temsilci durumdan bilgileri olduğunu ve teknik servisin beni arayacağı söyledi ama 4 (yazı ile “dört”) gün geçmesine rağmen arayan olmadı. Sonrasında komşum vasıtası ile daha önce sorunu çözen (ya da daha da bozan) kişiye cepten ulaştığımızda ise ben sizin kat için söz vermedim gibi muhteşem bir cümle kurdu bu arkadaş. Sonra gel para verdik bunu da yap deyince 25 TL daha almam gerekiyor dedi. Onu da verelim “lanet olsun” dememize rağmen de henüz gelen giden yok!

Sonrasında geçen hafta müşteri hizmetlerini arayıp 30 dakika dert anlattıktan sonra 2 gün içerisinde döneceklerini söylemelerine rağmen 3 gündür arayıp soran kimse yok. Oysa sözleşmede 2 gün içerisinde sorunu çözecekleri gibi bir madde olduğu söyleniyor. Ama gerçekte böyle bir durum yok.

Sonrası da Twitter’dan destek hattına birazcık saydırınca telefonumu aldılar size geri döneceğiz diye ama ondan da ses çıkmadı. Sanırım tüm bunlar bir gaz alma operasyonuydu 🙂

Aynı teknik servis ilk digiturk’ü kurdurmak istediğimde yarın gelir misiniz dediğimde sabahtan gelmişlerdi ama iş bozulan sistemi tamire gelince 10 gündür ortalarda yoklar. Ayrıca daha önce çalışan sistemi bozmaları gibi durumlar da var ki böyle bir ihtimali düşünmek gerçekten insanın midesini bulandırıyor. Komşumun verdiği örnek üzerinden gidersek birisi sizin cep telefonunuzu alıyor ve oynarken bozuyor. Sonra diyor ki ben bunu yaparım ama para vereceksin. digiturk’un durumu da aynen bu oluyor.

Fatura ödemesini bir gün geç yapsanız kapatırlar ama kendileri çalışan sistemin düzeltilmesi olunca ortada yoklar. Ülkenin bu kötü günlerinde bu saçma konuları konuşmak bile gereksiz ve saçma ama insanın emek vererek kazandığı paraları böyle kurumlara yedirmek de istememesi de normal karşılanmalıdır diye düşünüyorum.

Eyyy digiturk, bu yazı belki bir farenin dağa küsmesi olarak algılanabilir ama en azından internette böyle bir yazının varlığı ile bir kişiyi bile sizin elinizden kurtarmak benim için önemli bir kazançtır. Bu anlayışınızla iş hayatınızda size başarılar diliyorum 🙂

Güle güle digiturk, hoşgeldin uydu kanalları diyelim…

İnteraktif Türkiye Deprem Haritası

Gene aynı girişi yapmak istemesem de sanırım yapacağım 🙂 Uzun zamandır blogumu boş bırakmıştım. Bir süredir iBeacon Ar-Ge’si, Android Geliştirmesi ve türlü türlü CBS uygulaması derken blog yazısı yazmak için hiç ama hiç vakit kalmıyordu.

Yakın bir zamanda CartoDB ile Mekansal olarak bir partnerlik sözleşmesine imza attık ve kendi geliştirdiğimiz GeoBulut projesine ek olarak CartoDB ile farklı harita tabanlı görselleştirme projeleri üzerinde çalışmaya başladık. İlerleyen zamanlarda inşallah bu konularında detaylarına gireceğim ama bugün CartoDB ile hazırladığımız bir demo üzerinde konuşmak istiyorum.

CartoDB tamamen bulut üzerinde çalışan ve Twitter’in da dahil olduğu farklı veri kaynakları ile çalışabilen bir coğrafi veri sunum platformu olarak öne çıkmaktadır. Bu demo kapsamında Kandilli Rasathanesi’nden 2003-2015 arasındaki ülkemiz ve çevresinde olan noktasal deprem verilerini online olarak temin ettik. Bu verileri periodik olarak CartoDB’ye API’yi vasıtasıyla atarak gösterimi sağladık.

Sonrası aşamada verileri CartoDB’ye özgü yeni bir gösterim türü olan dinamik yoğunluk haritası (animated heatmap) ile son haline getirmiş olduk. Aşağıda ekran görüntüsü olan uygulamaya http://mekansal.azurewebsites.net/deprem.php adresinden erişebilir, canlı bir şekilde inceleyebilirsiniz.

İlerleyen süreçte CartoDB ve GeoBulut ile farklı görselleştirmeleri de buradan paylaşıyor olacağım.

cartodb-deprem

 

 

Uzun zaman sonra yazısı ve Rapsodi Mobilya…

Uzun zamandır yine blog’umu boş bıraktım, biliyorum. Bazı bazı yazmak istiyordum ama vakit bulup da yazamadım. Geçtiğimiz süreçte yine Ar-Ge çalışmalarına devam ettik, yeni teknolojilerin peşine düştük, yeni cihazlar aldık 🙂

İlerleyen günlerde fırsat bulursam yaptığımız Ar-Ge’lerden de bahsetmek istiyorum. Ama şu ara gerçekten canımı sıkan ülkemizdeki insanların yaptığı işe hakkını vermemesi ve bu nedenle benim gibi insanların canının sıkılması ve vakit kaybetmesinden bahsedeceğim.

Geçtiğimiz yıl evimizi taşıdık ve yeni eşya almaya başladık. Tabi bu süreçte birçok yerden alışveriş yaptık. Her zaman olduğu gibi satıcılar satarken herşey tozpembe iken satış sonrası rezillikler diz boyu oldu. Örneğin Rapsodi Mobilya denen bir yerden köşe koltuk aldık. Koltuğu balkona (kapalı cam balkon) almıştık ve balkon kapısının dar olduğundan da satıcıya bahsettiğimde sorun olmadığını söylediler. Sonrasında 4 kişi koltuğu balkona sokamadılar ve sokmaya çalışırken bazı yerlerini yırttılar. Bu arada bu süreç 2 saat sürdü. Sonrasında bu koltuğu balkonda kullanamayınca tekrar aradık ve parası karşılığı söküp içerideki bir odaya almak istediğimizi söyledik ama destek veremeyeceklerini söylediler, üstelik parası karşılığı. Sonra geri döneceklerini söylediler ama her Türk satıcı gibi geri de dönmediler 🙂

Neyse sonrasında tanıdık bir mobilyacıdan rica ettik ve 2 kişi 20 dakikada koltuğu söküp içeri taşıdılar ki bu mobilyacılar koltuğun mekanizmasını bilmiyorlardı. Ama adamlar işinin uzmanıydı. Neyse bu işin özü kesinlikle Rapsodi Mobilya’dan mobilya almayın. Ama asıl sonuç bu değil tabi ki 🙂

Bu olay sonrasında o kadar çok satıcı “tip” ile benzer o kadar olayla karşılaştım ki artık satıcı milletinden tiksinir oldum. Tabi burada genelleme yapmak istemiyorum ama maalesef insanımız o kadar “satıcı” ruhlu olmuş ki gerçekten işini yapan ve yalan söylemeyen insanlara da artık haksızlık ederek tepkili davranıyorum. İşin özü artık ülkemde bir ürünü alırken içten bir şekilde güvenerek alamıyorum.

Öyle ki teknoloji mağazasına gidiyorsun, neredeyse tüm özelliklerini ezbere bildiğin bir cihazı sana bambaşka anlatıyorlar ve kötülemeye çalışıyorlar. İş hayatında da durum çok farklı olmuyor. Tüm detayını bildiğin bir “framework”ü kullanan kişiler sana sanki başka bir “framework” ile iş yapıyormuş gibi anlatıyorlar ve Açık Kaynak kullandıkları kütüphaneleri kendileri yazmış gibi lanse ediyorlar.

Sanırım çok dağınık yazdım, toparlamaya çalışayım hemen 🙂 İşin özü ülkemizdeki işini doğru yapmayan, yalan söyleyen ve bunlardan para kazanan insanlardan artık hiç mi hiç haz duymuyorum. Bu tarz insanlardaki cahil cesaretine anlam veremediğimi de belirtmeden geçemeyeceğim.

Sanırım artık bu tip insanlarla yaşamaya alışmak gerekiyor. Bu tip kendini uyanık zanneden insanlara sadece iş hayatında, alışveriş yerlerinde değil trafikte bile çok kolay rastlayabiliyoruz.

Neyse karamsar bir tablo çizmek de istemiyorum ama son 1 senedir karşılaştığım olaylardan sonra içimden bunları yazmak geldi. Umarım ilerleyen zamanlarda daha pozitif yazılar yazmak dileğiyle…

İLK KİTABIM : Google Maps JavaScript API Cookbook (İNGİLİZCE)

Gene blog yazıma aynı şekilde başlıyorum sanırım. Uzun zamandır fırsat bulup da bloguma yazamadım ama her zaman olduğu gibi bunun için de geçerli sebeplerim vardı.  🙂 Yaklaşık 7 ayımı alan bir sebep üstelik. Başlıktan da anlaşılacağı üzere ilk kitabımızı Balkan ile birlikte çıkardık. Şu an için sadece ingilizce olarak yayınlanan kitabın belki ilerleyen süreçte Türkçe’sinin de çıkmaması için hiç bir sebep yok ama gene de bunu zaman gösterecek.

Neyse geçtiğimiz sene Packt Yayıncılık benimle kontağa geçerek Google Maps JavaScript API hakkında tarifler üzerine dayalı yani belli konularda kod ve açıklamasını içeren bir kitap yazmamı istediler. Açıkçası süreç gözümü çok korkuttuğu ve yoğun olduğum için Balkan Uraz ile birlikte bu işe girme kararı aldık ve iyi ki beraber uğraşmışız 🙂 Kendisine de buradan tekrar teşekkür etmek isterim.

Neyse Mayıs 2013 gibi başlayan maceramız Aralık 2013 sonunda bitti ve başta Amazon olmak üzere birçok online sitede kitabımız satışa çıktı. Aslında yazarken baya bir yorulmuş olmamıza rağmen kitap elimize ulaştığındaki mutluluk ile tüm yorgunluklar gitmiş oldu.

Kısaca kitaptan bahsedecek olursak 8 başlık altında 50’dan fazla kod örneği ile Google Maps JavaScript API’yi derinlemesine inceledik. Sadece basit bir harita gösterimi ile başlayan konular CBS sunucularından veri göstermeye kadar genişleyen bir kapsamda ilerlemekte. Özellikle son konuda uzun yılların verdiği tecrübemiz ile GeoServer, ArcGIS Server, Fusion Tables ya da CartoDB gibi CBS’nin detaylı konularına girdik.

Artık daha kısa ve sürekli yazmak istediğimden konunun detayına fazla girmeyeceğim. Umarım CBS konusunda uğraşan herkese faydası olacak bir eser ortaya çıkmıştır.

Satın almak isterseniz diyerek linkleri de paylaşayım istedim 🙂

Packt Pub |  Amazon |  Barnes & Noble  |  Safari Books  |  O’Reilly

8825OT_Google-Maps-API-Cookbook2

PS : Kitabın başında da yazdığı üzere “Aç Kalın Budala Kalın” 😉

PS 2 : Ayrıca Ceku’ma da buradan teşekkürler, O’nsuz bu kitap olmazdı.

 

GeoJSON’a kardeş geliyor : TopoJSON

Dün D3 ile başladığım yazıma gene D3’ün yaratıcısı Mike Bostock’tan GeoJSON’a kardeş olarak gelen TopoJSON ile devam etmek istedim. GeoJSON pekçok açık kaynak ya da ticari yazılım tarafından desteklenen ve GML’in tahtına aday olan bir format olmasına rağmen eksiklikleri de yok değil. GML’e göre çok hafif ve daha okunabilir bir yapısı olan GeoJSON’ın en büyük sıkıntısı belki de bir topoloji yapısının olmaması nedeniyle bitişik olan poligonlarda kendini tekrar etmesiydi. Bu tekrarlar nedeniyle de boyutta şişmeler olmaktaydı. Aslında hala GML’e göre hala hafif olan GeoJSON bu topoloji değişimine uğradıktan sonra daha da bir hafifledi. Yani anlayacağınız TopoJSON ile tekrar eden koordinatlar azaltılarak yeni ve daha hafif bir format oluşturuldu. Bu arada formatta daha farklı değişikliklerde var ama o konuya şu an değinmeyeceğim.

TopoJSON’ı değerledirmek için Türkiye İller verisini PostGIS üzerinde basitleştirerek gene PostGIS fonksiyonları ile GeoJSON olarak çıktısını aldım. Sonrasında uygun bir dönüştürücü ile TopoJSON’a çevirdim. 284 KB olan GeoJSON verisi TopoJSON’a çevrilince 72 KB oldu. Yani sonuç olarak %75’lik bir sıkıştırma ile aynı veriyi sunabilir hale geldik. Tabi bu veriyi sunabilmek için de standart harita kütüphaneleri henüz kullanılabilir değil. Bu nedenle gene D3 kütüphanesini kullandım.

Aşağıdaki adresten TopoJSON ve D3 kullanarak hazırladığım örnek uygulama ile veri boyutu da dahil olmak üzere 120 KB ile tüm Türkiye’nin illerini gösterebilir oldum. Açık Kaynağın gün geçtikçe bu kadar ilerlemesi ile Github gibi sosyal kodlama sitelerinin popülerliğinin artması bu tarz inovatif oluşumların önünü daha da fazla açacaktır diye düşünüyorum 🙂

Uygulama Adresi : http://www.mekansal.com/demo/topojson/

Türkiye İllerinin Hareketli Versiyonu (JavaScript ile)

Uzun zamandır farklı birşeyler yapmak istiyordum, haftasonu D3’ü keşfedip sonrasında GEO kütüphanelerinin de olduğunu görünce Amerika eyaletleri için yapılmış versiyonu neden Türkiye İlleri için çevirmeyeyim dedim ve yaptım 🙂

Uygulama illerin merkezlerini bulup bir nevi voronoi diagramı oluşturuyor. Sonra da sanki lastik ile bağlanmış gibi illeri birbirine bağlıyor. Açıkçası biraz uğraştırdı ama sonunda değdi diye düşünüyorum. Umarım sizler de beğenirsiniz. Uygulamaya aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Uygulama Bağlantısı : http://www.mekansal.com/demo/d3/

Windows 8 ve ilk Uygulamam : iEczane

Merhabalar,

Gene uzun bir ara sonrası ilk yazım ile devam ediyorum. Gene aklımda periodik olarak bloga yazmak var, ama ne kadar başarılı olurum bilmiyorum 🙂 Neyse gene birçok proje ve yeni sistem üzerinde çalışıyorum ARGE olarak ama sonuçta ortaya ne çıkar ilerleyen dönemde göreceğiz.

Uzun zamandır üstüne çalıştığım projelerden birinden bahsetmek istiyorum bu yazımda. Aslında öncelikle Microsoft’un yeni çıkardığı Windows 8’e biraz göz atalım isterim. Öncelikle Windows 8 Microsoft’un yeniden dirilişi olmak zorunda çünkü uzun zamandır izlediği bir piyasa olan tablet piyasasına ve çok geriden girdiği telefon piyasasına yeni bir soluk getirmeyi umuyor. Fakat diğer şirketlerden ayrı olarak eskiden yaptığı iş olan masaüstü uygulamaları da aynı ortamda sunması gerekiyor. Durum böyle olunca (Windows Phone 8’i ayrı tutuyorum) hem tablet hem de masaüstünü bir araya getiren Windows 8 ürününü geçtiğimiz günlerde tüm dünyada tanıttı. Aslında Windows 8 geçen seneden beri farklı sürümler ile beta modunda yayındaydı ve biz geliştiriciler gerek alışmak gerekse yazılım geliştirmek için kullanmaktaydık.

Benim Windows 8 maceram da Şubat ayı gibi başladı. Aslında bir iOS fanı olsamda yeni teknoloji beni her zaman kendine çekmiştir. Hatta bu nedenle yurtdışından bir Lumia 800 getirtmiş ve Windows Phone deneyimimi daha önceki bir yazımda paylaşmıştım. Kısaca tecrübemi paylaşacak olursam iOS’tan ayrıldığım noktada Android yerine Windows Phone’u tercih edebilirim diye yazmıştım 🙂 Lumia 800’ü kullandıktan sonra “Tile” mantığını çok sevdim ve hemen bir Windows 8 kurdum. Sonrasında aklıma daha önce iOS için yazdığım iEczane’yi neden Windows 8 için yazmayayım dedim.

Bu süreç sonrasında önümde 2 seçenek vardı. (ya da 3 🙂 ) Ya XAML+C# ya da HTML+CSS+JavaScript olacaktı. JavaScript tecrübemi göze alınca direk 2. seçeneği yani HTML+CSS+JavaScript’i tercih edip WinRT ve WinJS ile yola çıktım. Birçok Build 2011 ve Microsoft videosu izledikten sonra artık kod yazmaya gelmişti sıra. Bu noktada Microsoft’un bloglarını ve dökümantasyonunu takdir ederek takip ederek uygulamamı geçtiğimiz aylarda yayınladım.

Aslında uygulama henüz istediğim kıvamda değil, hatta yorumlarda bir hayli eksikliklerden de bahsediliyor ama bu bir öğrenme süreci olduğu için kullanıcıların affına sığınıyorum, zira iEczane’yi iOS’ta olduğu gibi burada da ücretsiz devam ettirmeyi düşünmekteyim. Bu nedenle şu an için eksiklikleri anlayışla karşılayabileceğinizi düşünmekteyim.

Uygulamaya http://apps.microsoft.com/webpdp/tr-tr/app/ieczane/8de10812-b1c9-4fe3-98ae-7b9f6fcf03b3 adresten ulaşıp indirebilirsiniz.

Geliştirme ortamından biraz bahsetmek gerekirse uzun zamandır mesafeli olduğum Visual Studio 2012 üzerinde WinJS ile JavaScript diyebilirim. Aslında Visual Studio 2012 ile Microsoft JavaScript severlerin resmen kalbini çalmış da diyebiliriz 🙂 Ayrıca geliştirme sırasında daha önceden kullandığınız HTML5, CSS ve JavaScript bilgileri ile JQuery gibi kütüphaneleri de kullanabilmek gerçekten süper bir deneyim. Gerçi WinRT kısmında dahili bir veritabanı olmaması hayal kırıklığı yatarmadı da değil. Sonradan SQLite Windows 8 desteğini açıklasa da şu saat itibari ile henüz JavaScript’ten SQLite’a bağlantı kurabilmiş değilim. 🙂

Neyse işin özü ben Windows 8 platformuna ve getirdiklerine bir hayli güvenmekteyim. Umarım ilerleyen dönemde yeni uygulamalar ile Türkiye Uygulama Marketine daha fazla katkı sağlarım 🙂

ESRI DevSummit 2012

Geçtiğimiz ay ESRI’nin geleneksel düzenlediği Developer Summit (Geliştirici Zirvesi/Toplantısı) için Amerika / Kalifornia’nın Palm Springs kentine 6 günlük bir ziyaretim oldu. Daha önce 2008 senesinde katıldığım DevSummit sonrasında 2010’da Kalifornia’ya gitme imkanım olmuş ama 2010’da konferansa katılamamıştım. Bu sene tekrar kısmet oldu ve “Developing Native Applications with JavaScript” isimli sunum ile konferansa katılma imkanım oldu.

Malum Amerika’ya Türkiye’den gidiş bir hayli zahmetli olmakta, gidiş bir günü neredeyse buluyor. Bu sefer de çok farklı olmadı. Hatta THY sağolsun dönüşüm ekstra eziyetli geçti ki bu ayrı bir blog konusu olacak, bekleyin derim 😉

Konferans öncesi 1 gün adaptasyon (jetlag’i atmak için) boş günümüz vardı ve bu günü değerlendirelim istedik. Kalifornia’nın yoğun olmayan kısımlarında toplu taşıma pek kullanılmadığı için tek seçeneğimiz araç kiralamaydı. Uçaktan iner inmez tekrar havaalanına gitmeyelim diye 1 günlük arabamızı kiraladık. Her ne kadar Dodge reserve etsem de şansıma Ford Fusion çıktı. İlk başta hayır desek de sonra arabanın Türkiye’deki modelden farklı olduğunu görünce kabul ettik. O gece çok uyuyamasak da jetlag’den dolayı sabahına yollara düştük. Zira bulunduğumuz yer olan Palm Springs’te Apple Store yoktu 😀 Bu nedenle en yakın Apple Store’un olduğu Palm Desert kasabasına gittik. Apple Store’da Apple bağımlılığım için gerekli malzemeyi (iPad 3 – bir başka yazı konusu) aldıktan sonra yakındaki başka bir Outlet’e giderek diğer alışveriş ihtiyaçlarımızı da karşılayıp arabamızı iade ettik. Sonrasında otele dönüp bir sonraki gün başlayacak olan konferans için uykumuzu almaya çalıştık.

İlk gün açılış gerçekten muhteşemdi. 2008’de gelen yazılım geliştirici sayısı 800 iken bu sene 1700 idi. Öyle ki açılışı ayakta izleyen çok fazla insan vardı. Bu konferansı bu kadar çok sevmemin sebeplerinden birisi de katılımcıların büyük çoğunluğunun CBS ile ilgilenen yazılımcılar olması 🙂 Ayrıca ESRI’deki geliştiricilerle de direk olarak ulaşabilmek güzel bir imkan.

Neyse gelelim ESRI’nin gelecek ile ilgili vizyonuna:

* Konferansın belki de en önemli konusu “Bulut Bilişim”di. Hatta öyle ki 2.gün olan “Keynote” konuşmasında “Steve Riley” “Bulut Bilişim” hakkında konuştu. Tabi konu bu olunca en fazla konuşulan konu da ArcGIS Online oldu. Konferans vesilesi ile bir adet “ArcGIS Online” beta kullanım hakkına sahip olduk, inşaallah ilerleyen zamanlarda bu konu ile ilgili de yazabilirim. Aslında tüm dünyada önemli bir trend olan bu konunun CBS konusunda da trend olması kaçınılmazdı. Zira kaynakların efektif kullanımı düşünülünce Bulut CBS çok mantıklı bir çözüm oluyor. Kullanmadığınız kaynaklara para vermek ya da onları yönetmek zorunda değilsiniz. Tabi bu konunun en büyük eksisi verilerinizin uzaktaki (hatta yurtdışındaki) bir sunucu tutulması ne kadar kanunlara ya da ülkemiz kurallarına uygun.

* Konferansın diğer trend konusu ise mobildi. Mobil ile ilgili o kadar çok oturum vardı ki bazıları arasında tercih yapmak durumnda kaldım. Hatta konferansın videoları yayınlanırsa izleyeceğim birçok oturum daha var diyebilirim. Mobil olarak ESRI şu anda iOS, Android ve Windows Phone’a direk destek verirken, diğer mobil platformlara da Flex ve Javascript ile destek vermekte. Bu arada katıldığım iOS ve Windows Phone oturumlarında SDK’yı yazan kişilerle konuşma imkanı bulup bizim geliştirdiğimiz uygulamalar ile ilgili kafamızdaki soruları tartıştık. Bu arada bu konferansta kurum olarak bir toplantıda ESRI Mobil Geliştirme Ekibi başındaki David Cardella ile de tanışma imkanı bulduk.

* Yukarıdaki 2 konu harici diğer bir trend konu ki benim en çok sevdiğim alan olan HTML5’ti. HTML5 ile yapılan ya da yapılabilecek örnekleri gördükçe insanın geleceğin neden HTML5’te olduğunu anlaması zor gelmiyor.

* Bu arada konferansta Mansour Raad’ın 2 oturumuna katıldım. Bu adam kesinlikle stand-up yapmalı dedim 😀 Sizlerle de videolar yayınlanınca bunları paylaşmak isterim. Kendisi bir çok alanda guru bir yazılımcı olmakla birlikte, konferansta Flex ve HTML5 konusunda uygulamalar hakkında konuştu.

* Son olarak konferans uzun zamandır gerek Twitter gerekse Bloglardan takip ettiğim kişiler ile tanışmak bakımından faydalı oldu. Özellikle CBS Gurusu Dave Bouwman ile tanıştım ki kendisi benim sunuma da gelip soru sorarak oturumu şereflendirdi 😀

Neyse daha anlatacak çok şey var ama daha fazla uzatmadan sonuca bağlayayım diyorum.

Sonuç olarak benim için ne kadar yorucu da olsa çok verimli geçen bir konferanstı diyebilirim. Birçok oturuma katılıp bir çok kişi ile paylaşımda bulunmak ve ESRI gelişticileri ile direk temasta bulunmak güzeldi. Ayrıca ArcGIS Online ve ArcGIS 10.1 Beta programlarına da kayıt olarak yeni nesil sistemleri test edebilmek güzel bir deneyim olacak diye düşünmekteyim.

Umarım CBS yazılımcısı olan herkese bu konferansa katılmak bir gün nasip olur.

Lumia 800, Window Phone 7.5 ve Akıllı Telefon Maceram

Uzun zamandır anlamsız bir yoğunluktayım. Üzerimde olan birçok işin hata düzeltme kısmında olduğumdan dolayı belki de ortaya bir ürün yok gibi görünmekte. Neyse geçtiğimiz ay Amerika’dan gelen bir arkadaşım sayesinde Nokia Lumia 800’ü edinme fırsatım oldu ve bununla ilgili kısa da olsa yazmak istedim.

Bilen bilir “Apple Fan Boy” olarak bilinen, hatta bazen iAlper olarak da çağrılan benim kullandığım tek telefon iPhone olmadı. iPhone’a bu kadar kendimi kaptırmadan önce birçok telefonu kullandım. Hatta kısa bir geçmişe de gitsek iyi olabilir.

98 yılında ilk telefonum Motorola Startec idi, formuna bayılmıştı ve bu nedenle Telsim hat bile almak zorunda kalmıştım. Sonrasında Nokia kullansam da en son Sony Ericsson ile devam kararı aldım ve uzun yıllar böyle gitti. Arada tezimden dolayı Windows Mobile kullansam da telefon olarak kullanmayı hiç istemedim. Telefonda bir Windows bana hiç mantıklı gelmemişti. Düşünsenize konuşmanızın ortasında mavi ekran 😛 Neyse işin geyik kısmını geçersek bir süre “Basmatik” PDA ve telefonlar vardı ve ben bunlara hep hayır dedim. Sonrasında olan oldu ve Steve Amca iPhone’u tanıttı. iPhone çıkışından 9-10 ay sonra Amerika’dan getirtme imkanım oldu ve o andan sonra artık iPhone’a bayılmıştım. 2009 yılında askere gidene kadar en uzun kullandığım telefon (1.5 sene) iPhone oldu. iPhone öncesi telefon değiştirme periodum 6 aydı. Askerlik sonrası iPhone’umu kardeşime kaptırdığımdan kendime yeni bir iPhone alayım derken biraz bekleyeyim de yenisini alırım diyerek erteledim ve bu arada Nokia 5800’ı bir süre kullandım ve gerçekten Symbian’dan nefret etme derecesine geldim. Bir telefon geek bir insan için bile bu kadar zor olamazdı. GMail üstünden kontak listemi senkronize etmek bu kadar zor olamazdı diye düşünmedim değil. Sonrasında Google’ın hediye Nexus One ile Android günlerim başladı. 8 ay kadar Android kullandım ve bu period’da gene aklımda hep iPhone vardı. Bu arada iPhone 4 çıkmıştı ama ekonomik nedenlerden dolayı edinemiyordum 🙂

Sonrasında iPhone 3GS edinme imkanım oldu ve tekrar iOS’a geri döndüm. İlk dediğim şey “Ohhh be” olmuştur sanırım 🙂 Gerçekten o kadar Akıllı telefondan sonra hem uygulamaların hem de telefonun arayüzünün rahatlığı beni tekrar mest etmişti. Aradan aylar geçti ve merakla beklediğim başka bir Mobil İşletim Sistemi olan WebOS’a sahip Palm Pre 2 telefonum HP’den hediye olarak geldi. Web OS developer olarak işletim sistemi güzel olsa da gerek telefonun tasarımı gerekse uygulamaların eksikliği ve arayüz sorunları nedeniyle Palm Pre 2’yi sadece 2 gün kullanabildim. Bu senenin başında artık iPhone 4S çıkmış ve ben de bir adet edinmiştim. 4S sonrası iOS’un gerçekten iyi yol aldığını gördüm. Gereksiz detaylardansa kullanıcı arayüzüne ve kullanılabilirliğe sonuna kadar destek vermek Apple için neredeyse olmazsa olmazdı. Hız ve ekran kalitesini yanında diğer telefonlarda olmayan uygulama çeşitliliği iPhone 4S’in niye bu kadar başarılı olduğunun bir ispatıydı. Aşağıda mobil geliştirme ortamı için elimde bulunan mobil cihazların bir resmine de ulaşabilirsiniz.

Mobil Geliştirme Ortamım

Neyse iPhone 4S’in gelişinden 1 ay sonra da Nokia Lumia 800’e kavuştum ve hemen kullanmaya başladım. İlk izlenimlerin neredeyse iPhone kadar kolay bir işletim sistemi olmasıydı Windows Phone 7.5’in. Neredeyse diyorum çünkü basitleştirme işlemini Microsoft biraz fazla abartmış ve detaylar yok denecek kadar eksik. Arayüz konusunda ise muhteşem iş çıkardıklarını düşünüyorum. Özellikle Windows 8’de de çok fazla kendinden söz ettiren Metro UI gerçekten farklı bir deneyim sunuyor insana. Gelecekte daha da farklı kullanımlarının olacağını düşündüğüm arayüz gerçekten beni şaşırttı. Zira iOS sonrası bu kadar rahat kullandığım tek arayüzdü diyebilirim. Bence Android’in bundan biraz ders çıkartması gerek diye düşünmekteyim.

Aslında uygulamalar konusunda konuşmak için çok erken zira henüz 50 Bin civarında olduğu söylenen uygulamalar ne iOS ne de Android gibi çeşitli. Ama çıkan uygulamaların bir çoğu gerçekten iyi bir deneyim sunmakta. Örneğin neredeyse her ortamda (Blackberry hariç) kullandığım Foursquare uygulaması hiç bu kadar keyif vermemişti. Metro arayüzü gerçekten uygulamaya iyi entegre edilmiş ve kullanılmıştı. Ama yukarıda da bahsettiğim gibi bazı detaylara yer verilmemişti. Ayrıca Nokia Drive uygulaması ile ücretsiz olarak navigasyon yazılımına ulaşabiliyorsunuz ki bu güzel bir özellik. Neredeyse tüm dünyanın haritalarını ücretsiz indirebiliyorsunuz.

Donanım konusunda ise Nokia kalitesini tartışmanın lüzumu bile olmadığını düşünüyorum. Ayrıca Nokia kullanıcıları düşünerek kutunun içine telefonu korumak amacıyla plastik bir de kılıf koymuş. Hız olarak ise gayet hızlı bir cihaz olduğunu düşünüyorum, gerçi başka bir Windows Phone telefon kullanmadığım için bu kıyas ne kadar mantıklı gelir bilemiyorum tabi 🙂

Sonuç ne diye soruyorsanız, 2 gün Nokia Lumia 800’i kullandıktan sonra uygulamalarda istediğim çeşitliliği, kullanılabilirliği yakalayamadığım ve iOS üzerinde geliştirme yaptığım için iPhone 4S’e tekrar geri döndüm. Ama şu ana kadar iOS’a en yakın bulduğum ve kullanabilirim dediğim cihaz Lumia 800 oldu. Ayrıca vakit bulduğum bir anda geliştirme ortamı olarak de Windows Phone’u test etmek istiyorum.

Eğer Nokia ve Microsoft, Türkiye pazarını hor görmeyi bırakıp telefonlarının satışını ülkemizde de yaparlarsa masalarda iPhone ile beraber Lumia’ları da aksesuar olarak göreceğimizi düşünmekteyim 🙂

Türkiye’de CBS’nin durumu

Artık eskisi gibi yazamıyorum. Vakit bulamıyorum dersem yalan olur. Yazmak istediğim çok fazla konu var fakat bu yazılarda klavyemden dökülecekler biraz tepki çekebilir diye çekiniyorum. Ama gene de alanım olan Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) konusunda birazcık da olsa birşeyler yazmak istiyorum.

2002 yılında aldığım ilk ders ile CBS’ye girişimi yaptım. Senelerdir bilişim ile uğraşmanın verdiği heyecanla CBS yeni bir alan olarak karşıma çıktı. Haritalar ve uydu fotoğrafları ile mekanlara ve belki de olaylara yukarıdan bakıp, resmin geneline bakmayı öğrendim. Sene 2011 ve hala bu sektörde heyecanımı koruyarak çalışmaya çalışıyorum. Çalışmaya çalışıyorum çünkü Türkiye’de her sektörde olduğu gibi bu sektörü de kendilerini BALON gibi şişirip farklı tanıtan yüzlerce (belki de binlerce) kişi doldurmaya başladı. Kim bunlar derseniz; CBS’ye “ci bi es” diyenlerden tutun da 1-2 defa ArcGIS ya da MapInfo gibi yazılımları açanlara kadar liste uzar gider.

Twitter’da gördüğüm bir yazı çok hoşuma gitmişti :

“Dünyanın temel sorunu, budalalar ve fanatikler kendilerinden hep çok eminken, bilge insanların şüpheyle dolu oluşu” -Bertrand Russell.

Türkiye’de her sektörde olduğu gibi CBS sektöründe de bir “UZMAN” furyası devam ediyor. Herkes CBS Uzmanı, herkes bilirkişi! Lafa gelince mangalda kül bırakmayan kişilerin yaptıkları işlere bakınca nedense dumanları bile tütmüyor. Ama reklamlarını öyle yapıyorlar ki Google Maps ile rakip bile oluyorlar. İşte anlayamadığım nokta bu. Şu an Google Maps ya da Facebook benzeri web uygulamaları yazmak zor değil, hatta çok kolay diyebiliriz ama bir Google ya da Facebook olmak da sadece yazılım ile olmuyor. Arka plana 2-3 sunucu koyarak Google Maps’e rakip olmak bana çok ama çok komik geliyor. Ayrıca bir de Açık Kaynak Kütüphanelerin (örneğin OpenLayers) “Find-Replace” ile “namespace”lerini değiştirip API yazdık demek de ne kadar “Etik” oluyorsa! Sektörde yazılımcı olarak ben de Açık Kaynak kodlardan/kütüphanelerden kullanıyorum ama hiçbir zaman da çıkıp hepsini yazdım demiyorum. 2009 yılında ESRI DevSummit Mashup Challenge’da birincilik aldığım ödülde bile kullandığım kütüphaneleri döküman dosyamda belirttim ve yazanlara teşekkür ettim.

Neyse uzun zamandır yazmayıp yeni yılın ilk yazısını böyle şeylerle doldurduğum için kusura bakmayın, ama biraz kendimi de rahatlatmam gerekiyordu 🙂

Herkese yeni yılın mutluluk, sağlık ve huzur getirmesi dileklerimle yazımı sonlandırırken; yeni yılda günlüğüme daha da önem vermeyi planlıyorum. Hatta iOS için Native uygulama geliştirmek yerine PhoneGap’e geçişim ve bununla ilgili yazılarımı da yazmayı planlıyorum.